20 Temmuz 2013 Cumartesi

ÇİÇEK KANI: ANARŞİST-FEMİNİST BİLDİRİ





ÇİÇEK KANI: ANARŞİST-FEMİNİST BİLDİRİ

ÇİÇEK KANI: ANARŞİST-FEMİNİST BİLDİRİ

Biz anarşizmin, feminizmin mantıksal açıdan tutarlı bir ifadesi olduğuna inanan bağımsız bir kadın kolektifiyiz.
Bizler, her kadının kendi ezilmişliğinin yegâne meşru sözcüsü olduğuna inanıyoruz. Her kadın, daha önceki siyasi bağlılığı ne olursa olsun, kendi ezilmişliğini fazlasıyla kendi içinden bilir; bu nedenle, kurtuluşunun alacağı biçimi kendisi tanımlayabilmeli ve tanımlamalıdır.
Neden birçok kadın 'hareketler'den bıkmış ve yorulmuş bir hâlde? Bizim cevabımız, hatanın tek tek kadınlarda değil, hareketlerin doğasında yattığıdır. Siyasi hareketler, bildiğimiz üzere, siyasi eylemlerimizi kişisel düşlerimizden ayrı tutar --ya düşlerimizin gerçekleşmesinin imkânsızlığına inanarak onları terk edene ya da düşlerimize sımsıkı sarıldığımız için hareketi bırakana değin. Samimi anarşistler ve samimi feministler olarak, imkânsızı düşlediğimizi ve imkânsızın tamamen gerçekliğe dönüşmesinden daha azıyla asla yetinmeyeceğimizi söylemeye cesaret ediyoruz.
Kadınların kurtuluşu hareketinde iki ana eylem biçimi olagelmiştir. Birisi, en iyisinden kişisel düzeyde baskı ile uğraşmanın en anlamlı biçimlerinden olan, ancak en kötüsünden bir terapi grubu seviyesinin ötesine asla geçmeyebilecek, küçük, yerel, [bireysel] istençle örgütlenen bilinç-yükseltme gruplarıdır.
Diğer ana katılım tarzı ise, eylemlerini belirli siyaset çizgileri doğrultusuna odaklayan, kadınların ezilmesini somut, tek bir konuya odaklanan [single-issue] programlara dönüştürmenin çok sancılı olduğu büyük, bürokratikleşmiş gruplardır. Bu tipteki gruplarda bulunan kadınlar genellikle bir süre için resmi sol siyasete katılmış, ancak diğer sol gruplar içindeki cinsiyetçiliğe tahammül edememişlerdir. Ancak solcu erkeklerin yukarıda bahsedilen tavırlarına tepki göstermelerinin ardından, resmi bir siyasi yönelime sahip birçok kadın varoşlarda yaşayan kardeşlerinin 'terapi grupları' olduğunu düşündükleri [katılım tarzının] geçerliliğini kabul edememişler; erkek-hâkimiyetindeki Marksist-Leninist, Troçkist, Maoist retorik alanı içinde kalmaya devam etmiş ve tepki gösterdikleri erkek sol grupların kullandığı siyasi örgütlenme biçimlerini kullanmaya devam etmişlerdir. Siyasi yetkinleşmenin, tek konulu programlar etrafında bir hareket 'inşa etmek' anlamına gelmesi gerektiğini [söyleyen], böylece de 'kitlelerin bilinçliliği bizim seviyimize ulaşana kadar sabırlı olmamız' gerektiğini ima eden kadın hareketinin bir kısmında, eski erkek solun seçkinciliği ve merkezileşmesi bu sayede yerleşmiş, zehrini zaten salmış oluyordu. Ezilen bir insana ezildiğinin söylenmesi gerektiğini varsaymak ne de büyük bir alçakgönüllülük! Onun bilinçliliğinin ancak bir konudan başka bir konuya geçerek, azar azar artarak gelişeceğini varsaymak ne büyük bir alçakgönüllülük!
Geçtiğimiz on yıllık, belki de daha uzun bir süre boyunca, soldaki kadınlar sürekli olarak kendi kurtuluşumuz için savaşmaktan kaçınmış, tüm kadınların ezilen bir grup oluşturduğu bariz olgusunu göz ardı etmişlerdir. Sayımız o kadar çok ve o kadar dağınığız ki, bizler hata yaparak kendimizi 'erkeklerimizin', babalarımızın ya da kocalarımızın sınıfsal konumuna göre belirlenen sınıfların üyeleri olarak tanımladık. Böylece, bizleri ezilen kadınlar olmanın ötesinde orta-sınıf mensubu olarak gören solcu kadınlar bizi, bizim için öncelikli olan kendi mücadelemize katılmaktan alıkoymuşlardır. Bunun yerine bizler kendimizi diğer ezilen insanların yanında savaşmaya adadık, yani içinde bulunduğumuz kötü durumuma kendimizi yabancılaştırdık. Birçokları, yalnızca beyaz orta sınıf erkeklerin suçluluk tribinden kaynaklanan bu tavrın artık kadın hareketi içinde var olmadığını söyleyecektir; ancak bugün bile otonom kadın hareketleri içindeki kadınlar, kendimizi örgütleme gereksinimine yoğunlaşmaksızın işçi sınıfı kadınlarını örgütlemenin gerektiğinden bahsediyorlar --sanki biz halihazırda o düzeyin ötesindeymişiz gibi. Bu (ilk önce ve öncelikle kendimizi özgürleştirmekte ısrar etmemiz), bizim ezilen bu [işçi sınıfından olan] kızkardeşlerimizi daha az sevdiğimiz anlamına gelmez; aksine tüm kurtuluş mücadelelerinde samimi olabilmemiz için en iyi yolun kendi ezilmişliğimizi kabul etmek ve doğrudan onunla uğraşmak olduğuna inanıyoruz.
Neden Anarşizm?
Bizler Marksist-Leninist analiz ve stratejinin reddedilmesinin politik bir naiflik anlamına geldiğine inanmıyoruz. 'Demokratik merkeziyetçi' bir grubun bile, 'öncü' temsilcimiz olarak nitelendirilmesini reddetmenin siyasi olarak naif olduğuna inanmıyoruz. Hareketler 'inşa etmek'le ilgilenen grupların doğası şöyledir: 1) 'fazlasıyla aşırı' düşleri 'gerçekçi' düşlere dönüştürmek ve 2) en sonunda bizzat tiranlığın bir organı hâline gelmek. Teşekkürler, kalsın!
Modern radikal tarih boyunca, Marksist-Leninist kuram ve pratiğe tamamen zıt giden --Bakunin'den Kropotkin'e, Sophie Perovskaya'ya, Emma Goldman'a, Errico Malatesta'ya, Murray Bookchin'e uzanan-- ayrı bir radikal gelenek vardır; bu Anarşizm'dir. Radikallerin çoğuna yabancı olan bir gelenektir bu, çünkü çok daha örgütlü olan Devlet ve Marksist-Leninist örgütlenmeler tarafından devamlı surette çarpıtılmış ve yanlış gösterilmiştir.
Anarşizm, sorumsuzluk ve kaos ile eş anlamlı değildir. Aslında, solun zamanı geçmiş örgütsel ve politika-yapıcı pratiklerine anlamlı alternatifler sunmaktadır. Temel anarşist örgütlenme biçimi, [bireysel] istençle örgütlenen ve devam ettirilen küçük bir gruptur; bu grup, üyelerinin ezilmesini ve onların kurtuluşlarının alacağı biçimleri tanımlama doğrultusunda çalışmalıdır.
Kadınların örgütlenmesi, Yeni Sol'da ve Marksist solda, Devrim için birlikler oluşturulması olarak görülür. Ancak biz, mücadeleye katılan her kadının bir Devrim olduğunu iddia ediyoruz. DEVRİM BİZİZ!
Toplumun bize dayatmayı hedeflediği davranışlardaki [içselleştirilen] kısıtlılığı ortadan kaldırmak için, içtepi ile hareket etmeyi öğrenmemiz gerekli. Hareket, çoğumuz için bizden kopartılmış bir şeydi. Artık kendimizi bir hareketin üyeleri olarak değil, işbirliği içindeki bireysel devrimciler olarak düşünmemiz gerekiyor. Birbirini kişisel olarak tanıyan ve güvenen iki, üç, beş ya da on bireysel devrimci, devrimci eylemler yürütebilir ve kendi politikamızı geliştirebiliriz. Lidersiz bir ilgi grubunun [affinity group] üyeleri olarak her üye, eşit düzeyde iktidara sahip olarak iktidarın hiyerarşik işlevini olumsuzlar. KAHROLSUN TÜM PATRONLAR! Böylece, hareketin gideceği yönü bizim adımıza liderlerin belirlediği bir hareketin içinde kaybolup gitmeyeceğiz --biz kendi hareketimiziz, kendi hareketimizin yönünü biz belirleriz. Bizler, idare edilmeye, adımıza konuşulmasına ve nihayetinde de yatıştırılmaya izin vermeyi reddediyoruz.
Bazılarının öne süreceği üzere, Kadın Hareketi'nin bölünmesinin tüm devrimci etkinliğimizin sona ermesi demek olacağına inanmıyoruz. Hayır! Kadının ruhu 'bir hareket' tarafından yönlendirilip manipüle edilemeyecek kadar büyüktür. Kendi başlarına eyleyen ve kendi eylemlerine kendileri karar veren küçük gruplar, devrimci kadınların mantıksal bir ifadesidir. Bu, doğaldır ki çeşitli projeler ve konferanslar için bir arada çalışacak çeşitli grupların varlığı dışlamaz.
Bu amaçlar doğrultusunda ve diğer kadınlarla bağlantımızı koparmamak için, Massachusetts, Cambridge Kadın Merkezi içinde otonom bir kolektif olarak örgütlendik. Kadın Merkezi bir federasyon olarak, yani politika-üreten bir grup olarak değil, ancak çeşitli kadın gruplarının bir araya geldiği bir merkez olarak faaliyet gösterir. Gerektiğini düşündüğümüz zaman buna benzer bildiriler yazmaya da devam edeceğiz. Herkesin sesini ve her türden sesi duymaktan gerçekten de memnun olacağız.
TÜM İKTİDAR HAYAL GÜCÜNE!
Red Rosia ve Black Maria of Black Rose Anarko-Feministler



GEZİ DİRENİŞİ FAALİYETLERİ


15 Haziran 2013 Cumartesi

ANARSİST KOMUNİST KOKENLER

Anarşist Komünist Teori-Strateji Ve Örgüt Karşıtı Sapma
ANARŞİZMİN KOMÜNİST KÖKENLERİ

Enternasyonel döneminde Bakunin ve örgütün üye seksiyonlarının çoğunluğu tarafından anarşizmin anti-otoriter komünizm olarak tanımlanan temelleri atılmıştı; örgütsel ikilik,devrimin tek gücü olan kitlelerin ve onların örgütlerinin ve onların arasındaki ‘görünmez öncüler’ olarak bilinçli azınlığın rolleri, Enternasyonel İşçi Birliği, ve bizim uğrunda mücadele ettiğimiz özgürlükçü ve eşitlikçi toplum olarak anarşi ideali...
Cafiero da anarşizmin tamamen komünist olan karakterini şu şekilde tanımlar;
“komünizmin gerçekleşmesi mümkün bir sistem olduğunu vurgulamak yetmez ... bizler aynı zamanda onun gerekliliğini de vurgulamalıyız” ... ”sadece komünist olmak yetmez, devrimin yenilebileceği riskinin bilinci ile de yaşanmalıdır” ... ”kendimizi ‘kollektivist’ olarak adlandırırken bizler, bunu, çizgimizi bireyselcilerinkinden ve otoriter komünistlerinkinden ayırmak ve emek araçlarının-materyallerinin ve kollektif emeğin ürünlerinin, arasında ayırım yapmaksızın hepsinin, ortak kontrolde olması gerektiğini savunduğumuz için yapmıştık.” ... ”Aynı zamanda komünist de olmadan anarşist de olunamaz” ... ”Gerçek eşitliğe sadece komünizmde ulaşılabileceği için komünist olamlıyız” ... ”Kollektivist sofimleri anlamayan halk komünizmi mükemmel bir şekilde anladığı için komünist olmalıyız” ... ”bizler anarşist olduğumuz ve anarşi ve komünizm devrimin ayrılmaz iki veçhesi/yüzü olduğu için komünist olmalıyız”.(1)
Anarşizm doğuşunda tamamen komünist olmuş olsada, şurası bir gerçektir ki Enternasyonel in dönemin hükümetleri tarafından şiddetli bir zulme uğratılması ve yıkılması nedeniyle zamanla Bakuninist teoriden kopuşlar olmuştur; Bu sapmalar anarşist hareketin, özellikle italyadaki hareketin tarihine silinmez izler bırakacaktır.
‘Eylemle propaganda’ akımı (özünde kitleleri ayaklanmaya itmek için onların temsilcisi haline gelinen eylemlere yönelir) ile birlikte köklerini kropotkin in teorilerinde bulup ondan beslenen bir başka akımda örgüt karşıtı akımdır. Aslında kroopotkinist anarkho komünist teoride devrimci eylemin amacı her zaman ‘herkesten yeteneğine herkese ihtiyacına göre’ ilkesi temelinde örgütlenmiş bir toplum (komünizm) olmuştur. Fakat bu komünizm iki benzer nedenle insanlığın zaruri olarak eğilimli olduğu doğal bir uyumluluk hali olarak anlaşılmıştır: her türlü kendiliğindenliğe yol açacak şekilde insanın doğal olarak dayanışmacı ve insan ruhunun temelde tanrısal olduğu fikri. Dahası, bir kez kapitalist egemenlikten kurtulduğunda bilimsel gelişmeninde tamamen bilinçli ve doğa ile uyumlu yeni bir İnsanın yaratılmasında temel bir faktör olacağıda düşünülür.
Kropotkinin anlayışında komünizm, insanın doğası ve doğanın yasaları gibi kaçınılmaz etkenlerin sonucu kendiliğinden bir şekilde ulaşıldığında insanlık tarihinin  yadsınamaz bir aşaması olarak görüldüğünden, onda hiçbir politik stratejinin herhangibi izine rastlanmaz. Gerçektende kropotkin ve takipcilerinin anlayışına göre komünizme yol açması kesin olup tamamen iyi de olan kendiliğindenliğe zarar verdiği için her türlü politik ve sendikal(union) örgüt reddedilmelidir.
Diğer yandan anarşist komünistler için örgüt bir bütün olarak; hem mücadele için bir gereklilik hemde bu mücadeleler sonucu fethedilen devrimci kazanımların korunmasının garantisi olarak temel bir gerekliliktir.
Anarkho-komünistler için, insan doğasının ve onun pozitif öz-örgütlenmesi eğiliminin tanrısal gelişmesini engellediği, bizi son hedefin ötesine taşıdığı için, örgüt, bir ‘burjuva fenomeni’ olur. En önemli şey doktrinin ahenkli dünya görüşünü, diğer bir değişle İnsanın ulaşmak istediği hedefin saflığını korumak olarak görüldüğünden, sınıf mücadeleside en fazla bu amaca ulaşmakta bir araç olabilir. Böylelikle kendisini anaşist-komünizmin (ayrılmaz bağlarla sınıf mücadelesine bağlı olarak ezilenlerin kurtuluş mücadelelsi olarak anlaşılabilecek olan) tarihsel yolundan ayırarak, daha çok herkes için makul (kabul edilebilir) bir teori haline gelir. Bu sadece her insan bireyinin kişisel özgürlüğüne bel bağlayan ve kerkes için makul olan bir teoriyi sınırladığı düşüncesi ile sınıf mücadelesinin reddine götürür; vurgu sadece ‘iktidar’ (soyut bir kavrayışla) ilişkileri üzerine yapılırken sömürü ilişkileri arka plana atılır.
Ardından tekrar, sınıf mücadelesini insanlığın kurtuluşu için kullanışlı bir araç olarak görenler, gündelik yaşam koşullarına yönelik sürekli ihtiyaçlarından dolayı işçi hareketinin, toplumsal adalet çağrısına verdiği cevabın yavaşlığı ve temkinliliği (kesintililiği) nedeniyle hayal kırıklığına uğrarlar. Bunun için bu tip anarkho-komünistler, ekonomizmden etkilenmiş ve geleceğe ilişkin büyük ümitlere sahip olmak elinden gelmeyen, çaresizce reformist  kitlelere karşı derin bir güvensizlik beslemeye eğilimlidirler. Bu öncüllerden hareketle, anarşist komünizm ilkelerinden bir dejenerasyonu temsil eden, birbirine çok benzeyip bazen de karıştırılabilen iki tür politik tavır türer.
İlki, idealin özgün güzelliğini diğerlerinin de er ya da geç kavrayacağı beklentisi ile, daha çok insanı teori üzerinden kazanmaya dayanan ve tek sonucu rastgele ideolojik propaganda olan bir tür eğitimciliktir.
İkinci durum da ise, sadece devrimcini hedef ve vicdanı ile uyumlu olduğu için, planlı bir stratejinin parçası olmasada her türlü kahramanlık eyleminin bir kazan kaldırmanın başlangıcı olabileceği ve ahenk komünizmi yolunda ileri bir adım olabileceği için, devrimcinin eylemi kitleninkinin temsilcisi durumuna getirilir. Eğer devrim silahla olacak ve baskının merkezi olarak anlaşılan devleti yıkacaksa o zaman devrimcilerin ilk andan itibaren devlete karşı somut, silahlı bir mücadeleye başlaması da gerekecektir. Bunun sonucunda bu akım tarihsel olarak, terörizmin gerekliliği olasılığını dışlamayı gerekli görmeden maceracı eylemlere atılmaya ve kitle örgütlerine cevap vermek zorunda olmayan bireysel eylemin propagandistleri ile bağlantılanmaya eğilimli olacaktır. İkisi de eylemlerini, anarşist-komünistlerinkinden farklı olarak, mücadelelerin ve toplumun öz-örgütlenme kapasitesinin yeniden ortaya çıkması ile gelişen işçi sınıfı ve onun müttefiklerinin politik büyümesi sürecinin bir parçası olarak yapmazlar. Anarcho-komünistler bizi, insan doğasına içkin olan, yavaş ve çok çaba gerektiren bir süreç olmayan kendiliğindenlik sürecinin gelişmesi için iktidarın zincirlerinin kırılmasının yeterli olduğuna inandırmak isterler. Aslında her şey olup bittiğinde anarcho-komünistlerin karşılık verecekleri tek şey yine kendi vicdanları olacaktır.
Bu öncüllerden yola çıkarak anarcho-komünistler kendilerini, insanlığın zincirlerini kırarak, proletaryanın bilgiyi yeniden elde etme sürecini umursamadan devletin düşüşünün onu (insanlığı) kendiliğindenliğini provoke edip (hiçbir hazırlık olmadan) komünizm yoluna çıkaracağına inanan, vicdanlı devrimciler olarak görürler.
Geçen yüzyılın sonunda anarşizmin bir dizi yalıtılmış terörist eylem dizisinin ardından çöküşü ile birlikte, kitle tabanı anarko-sendikalizm yoluyla yeniden keşfedildi daha doğrusu bu işçi örgütleri anarşizmi yeniden komünist köklerine döndürdüler. Yüzyılın ilk yirmi yılında güçlü anarko sendikalist örgütlerin (Fransa da UGT, Arjantin de FORA, İspanya daCNT, İtalya da USİ en bilinenleridir) kesin olarak anarşist komünist olan Fransa da Fédération Communiste Revolutionnaire, İspanya da Federación Anarquista Iberica ve İtalya da Unione dei Comunisti Anarchici d’Italia(daha sonra Unione AnarchicaItaliana haline gelecektir) gibi örgütlerle bütünleşmesi de şans eseri değildi.
Şimdi bugün bile bizi anarşizmin diğer yönelimlerinden ayıran, anarşist-komünizmin kendine özgü niteliklerini özetleyelim.
Bakunin in teorisini referans alarak, anarşist komünizm politik sınıf hareketi (devrimci azınlık) ile ekonomik sınıf hareketini (kitle örgütü) açıkça birbirinden ayırır.
İlki kitle örgütünün içinde olup, aynı teoriyi, aynı politik stratejiyi ve net bir şekilde taımlanmış taktikleri paylaşan bütün militanları örgütler. Bir yandan sınıf hafızasının (tarihinin) taşyıcısı olarak davranmak diğer yandan da bir uyarıcı (tahrik unsuru) ve yol gösterici olarak çeşitli mücadele anlarının sınıf içinde bağlantılanmasını sağlamak bu örgütün görevidir. Bakunin in ‘italyan yoldaşlara’ mektubundan alıntı yaparsak; “yalıtılmış bir halde kendi inisiyatifinizle çalışmayı sürdürürseniz kesinlikle güçsüz-aciz bir durumda kalmaya devam edeceksiniz: Aynı fikir, aynı hedef, aynı pozisyodan ilham alarak tek bir basit kollektif eylemde bile ne kadar az olursanız olup birleşip, güçlerinizi örgütlerdiğiniz durumda ise, yenilmez olacaksınız.”(2)
Diğer yandan kitle örgütü de, proletaryanın çıkarlarını korumak için katıldığı bir örgüttür ve amacı sınıfın doğrudan eylemi, öz-örgütlülüğü yoluyla, bunlarıda pratikte sürekli uygulayarak sınıfın zincirlerinden kurtulmasıdır. Gerçek otonom kitle eyleminin hedefi sermayenin, birleşmiş işçilerce kamulaştırılması, eşdeyişle yüzyıllarca işçi sınıfının emeği ile üretilmiş olan bu dünyanın yine emekçiler ve onların örgütlerince tazmin edilmesidir. En acil hedef mücadeleyi her türlü biçimi ile sürekli devam ettirerek proletaryayı pratik içinde tutacak olan ve ne kadar küçük olursa olsun, kapitalizm tarafından çalınmış olan her türlü özgürlüğü ve zenginliği feth etmek için, işçiler arasındaki dayanışma ve baskıya karşı direniş ruhunu durmaksızın geliştirmektir.
Politik örgüt ile kitle örgütünün rollerinin en temel tanımları bile anarşist komünist örgütün işlevi ile leninistlerinki arasında hiç bir alaka olmadığının kanıtıdır. Politik örgüt kitle örgütü içinde resmi bir konum ile bulunmaz. O , kendi çözümlerini dayatan ve “gerçek” sınıf çıkarlarını temsil ettiği farz edilen leninist tarzın bir sonucu olarak tanınmış ve kurumlaşmış bir liderlik değildir ve olamazda. O basitçe,  kitle örgütü içinde yer aldıkları için fikirlerinin kabul edilmesini beklemeksizin (bunu dayatmaksızın),ideolojileri ve analizleri doğrultusunda belirlenmiş eylem ve planları hazırlayıp sonuçlandırdıkları, politik olarak homojen yoldaşların karşılaşma ve biraraya gelme zeminidir. O basitçe fikirlerini kitle örgütüne dayatmaya çalışmaksızın, politik düşüncelerinin kökenleri ortak olan yoldaşların ideolojileri ve analizleri ile uyumlu olarak amaçlarına ulaşmak için eylem ve planlarını tartıştıkları, hazırladıkları ve uygulamaya giriştikleri bir paltformdur.
Bunun için anarşist komünist ideoloji politik örgüte, devrimci sürecin etkin bir “motoru” olma ve sadece kitlelerin biricik devrimci gücünün aracı/militanı olma görevini verir. Örgütün rolünün bu kavranışında bir yandan öncelikle marxistlerin, fakat diğer yandan anarşist komünizmden sapmış çok çeşitli anlayışların farklılığı görülebilir.
Adriana Dadà

Notlar:
1Anarchia e Comunismo, C. Cafiero. L'anarchismo in Italia: fra movimento e partito da A. Dadà nın yldaş Cafiero nun jura federasyonunda yaptığı bir konuşmanın özetinden alıntı. Milan, 1984, sf.187-190
2. Bu döküman Celso Ceretti ye mektup şeklinde Bakunin tarafından yazılmış olup A. Dadà tarafından yeniden basılmıştır. Op. Cit..., sf.152-65.

Comunismo Libertario nun subat 1992, Temmuz 92'deki 32. ve 33. sayilarindan alinmistir.

13 Haziran 2013 Perşembe

ANARŞİZMİN İÇİNDEN!

Memur beni kanun adına tutukladı, ben onu özgürlük adına tokatladım. | Mahkeme karşısında |1886
Clement Duval
Söz konusu çizme ise ayakkabı ustasının otoritesine başvururum.
Michail Bakunin
Eğitim sistemimizdeki tüm çaba çocukları kendine yabancılaştırmak gibi görünüyor, bu tamamen birbirlerine yabancılaştırma ve birbirlerine sonsuz düşmanlık gerekliliğinden ötürü olmalı.
Emma Goldman
Biz hep varoşlarda ve izbe duvarların içinde yaşadık. Bir süre içinnasıl barınacağımızı bileceğiz. Şunu aklınızdan çıkarmayın, biz aynızamanda inşa da edebiliriz. İspanya’da, Amerika’da, her yerde,sarayları ve şehirleri kuran biz işçileriz. Biz işçiler, onlarınyerini alacak başkalarını da yapabiliriz. Ve hatta daha iyilerini!Yıkıntılardan hiç korkmuyoruz. Biz dünyayı miras alacağız, bu konudahiçbir şüphemiz yok. Burjuvazi tarih sahnesinden çekilmeden önce kendidünyasını yakıp yıkabilir. Yüreğimizde yeni bir dünya taşıyoruz, şimdişu anda bu dünya büyümekte…
Bueneventura Durruti 
Anarşizm, insanın insan tarafından sömürüsünün ve tahakküm altına alınmasının ortadan kaldırılması, yani özel mülkiyet ve hükümetin ortadan kaldırılmasıdır; Anarşizm, sefaletin, hurafelerin ve nefretin yok edilmesidir.
Errico Malatesta
İnsanların, yönetimsiz kalırlarsa birbirlerini yiyip bitireceklerine inananlara diyoruz ki: Tıpkı sürgüne giderken "Zavallı kullarım bensiz ne yapacaklar?" diyen o krala benziyorsunuz.
Pyotr Kropotkin
Davamızın benim bir rahibe olarak davranmamı ve hareketin de bir manastıra dönüşmesi gerektirdiğini beklememeliyiz. Eğer bu anlama gelecekse, ben bunu istemiyorum. Ben özgürlük, kendini ifade etme hakkını, herkesin güzel ve parlak şeylere sahip olması hakkını istiyorum.
Emma Goldman
Kocaman bir ateş yakacağız; Kağıt paralardan, tahvillerden, vasiyetnamelerden, vergi dosyalarından, kira kontratlarından, borç senetlerinden ve herkes kendi cüzdanını da bu ateşin İçine atacak
Weitling
Yoldaşlar! Zaman beklemez; bir an önce müfrezelerinizi oluşturun. Her şey özgürlüğün davası için! Bütün zalimlere ve toprak sahiplerine ölüm! Toprak sahiplerinin ve efendilerinin olmayacağı gerçek özgür komünler için nihai kavgamızı başlatalım! Şiddete şiddetle karşılık verilmelidir. Kardeşler silah başına !
Nestor Makhno
Mülkiyet Hırsızlıktır.
Pierre Joseph Proudhon

BİR ANARŞİST KADIN!EMMA GOLDMAN!




Dünya onu radikal ve tehlikeli bir kadın olarak tanır. Emma bir anarşisttir ve bu yüzden de hala çok tehlikelidir. Bir kişi, bir kadın  çıkıpta kimselerin söylemediklerini söylüyor ve kimselerin cesaret  edemediğini yapıyorsa çok tehlikelidir. Kadın cinselliğinden, kürtajdan, doğum kontrolünden ve sınırsız aşk’tan bahsediyorsa çok tehlikelidir. Hükümetlerin ortadan kaldırlmasından, yasaların ihlaliden ve uyumsuzluktan bahsediyorsa, ordunun militarizminden, askerliğin reddedilmesinden ve vatanseverliğin dolaylı ırkçlık olduğundan bahsediyorsa çok tehlikelidir. Sosyalizmin baskıcı anlayışı ve uygulamalarından, hükümetlerle uzlaşan reformizminden bahsediyorsa ,ihanetten ve hainlikten bahsediyorsa çok tehlikelidir. Devlet şiddetinden, yukarıdan aşağıya örgütlenmiş erkin şiddetinden bahsediyorsa, yoksul ve ezilen halkların haklı şiddetinin meşruluğundan bahsediyorsa çok tehlikelidir. Tanrıyı ve kurallarını reddediyorsa ve gerçek cennetin yeryüzünde sağlanan adalet olduğuna inanıyorsa çok tehlikelidir. Ve sadece bir kadın olduğu için dans edebileceği bir devrimi arzuluyorsa çok tehlikelidir. Emma bir anarşistti ve bugün “özgürlük” peşinde koşan kadınlar, Emma’nın bu düşleri peşindeler ve her biri çok tehlikeli.

RUDOLF ROCKER!



Özgürlük bir türküdür. Ve iktidar türkü sevmez. Özgürlük bir türküyse eğer o türküyü en güzel söyleyenlerden biriydi Rudolf Rocker. Hiç bıkmadan usanmadan özgürlüğün türküsünü haykırdı. Nerde iktidarın ve tahakkümün marşı çalınsa orda Rocker’ın sesini duyabilirdiniz. Bu yüzden uzun süre kalamadı hiçbir yerde. Sürgün edildi, sınır dışı edildi, kovuldu, esir alındı.
Önce Alman Sosyalist Partisi içerisinde görece liberter bir çevre olan Jungen’ler olarak bilinen bir Marksist gruba dâhil oldu. Daha sonra buradaki dogmatik yaklaşımları eleştirerek ayrıldı. “Sosyalizm sadece bir karın tokluğu sorunu değildir, kişilik duygusuna ve bireyin özgür inisiyatifine yardımcı olacak bir kültür sorunudur” diye başladı türküsüne.
Bu arada 2. Enternasyonel’de uluslararası anarşist hareketin üyeleriyle tanışmış ve anarşist hareket içerisinde yer almaya başlamıştı. Daha on dokuz yaşında Almanya’dan çıkarıldı. Londra’nın Karanlık Londra diye tarif ettiği yoksulluğun kol gezdiği bölgesinde Yahudi anarşist hareketinin içerisinde yer aldı.
Devletin dayattığı evlilik ritüelini reddettiği için Amerikan Göçmen Bürosu tarafından reddedildi. Almanya tarafından sınır dışı edilen bir Alman olmasına rağmen 1. Dünya Savaşı yıllarında İngiltere devleti tarafından “düşman yabancı” olduğu gerekçesiyle esir alındı. Daha sonra sınır dışı edildi ve Almanya’ya geri gönderildi. Onun bir “devlet düşmanı” olduğu kesindi. Ama herhangi bir devletin ya da bazı devletlerin değil tüm devletlerin: “Kötülüğü yaratan ve onu sürekli besleyen ve güçlendiren, devletin biçimi değil kendisidir. Önemli olan nasıl yönetildiğimiz değil, yönetilmekte oluşumuzdur”
Bunu Almanya’da ispatlaması gecikmedi. Burada Anarko-Sendikalizm mücadelesinde yer aldı. “Sosyalist ekonomik düzenin hükümet kararnameleri ve yasaları ile düzenlemeyeceğine, aksine ancak ve ancak üretimin her branşında işçilerin el ve beyinleri ile dayanışmacı ortak çalışması sonucu gerçekleşebileceğine” inanan sendikalistler üreticilerin tüm fabrikaların yönetimini kendilerinin bizzat üstlenmesini ve özgür karşılıklı anlayış temelinde topluluğun faydasına üretimi ve ürünün paylaşılmasını sistematik bir şekilde devam ettirilmesini savunuyorlardı.
Nazilerin iktidara gelmesine yakın bir dönemde Ulusçuluğa karşı yazdığı Ulusçuluk ve Kültür kitabında ulus’a karşı halk kavramını savundu ve ulusçuluğu “modern devletin siyasal dini” ilan etti. Nazilerin ırk kavramını ise bilimin yaptığı yapay bir sınıflandırma olarak reddetti. Kitabı yüzünden bir kez daha sınır dışı edildi ve ABD’ye yerleşti.

İSPANYA DEVRİMİNİN CESUR EVLADI!!


O’nun yaşamı –tıpkı binlerce yoldaşı gibi- bir direniş, iktidarın katliamcı yüzüne karşı cepheden verilen bir savaştı.Sömürünün her türlüsüne karşı takındığı cüretkar tavrı yaratılacak yeni dünyalara 1930lardan tutulan bir aynaydı.
Bueneventura çocukluğunda, eşek üzerinde köy-köy dolaşan “ekmek-adalet-eşitlik” diyenlerden öğrenmişti çalışkanlığı,adanmışlığı. Ezilenlerin paylaşma ve dayanışma temelli örgütlü duruşunun korunması ve büyümesi gereğinin silahlı mücadeleyi kaçınılmaz kılması onu 10 ülkede aranan bir banka soyguncusu haline getirmişti. Katalan bozkırlarından Barcelona’nın daracık sokaklarına yine bu adanmışlığı ve devrime olan inancıydı faşizme karşı savaşı.Yoldaşlarının yarattığı özgür komünler Bueneventura’ya bitip tükenmeyecek bir enerji ve kırılmayacak bir cesaret sağlamıştı.
Bueneventura’yı var eden şey ;dünyanın değişmesi gibi erteleyen-ertelenen hayaller değil,şimdi-şu anda yeni bir dünyanın yaratımıdır.Yaşamlarını iktidara doğrudan bir direniş haline getirenlerin öyküsünde hep bu yaratım gücü vardır.
Evet , Bueneventura bir geleneğin habercisi ve taşıyıcısıydı.Paris Komünü’nden geliyordu Bueneventura… Bueneventura Küba’nın , Bolivya’nın habercisiydi.1960 larda Avrupa’nın metropollerinde yanan mülkiyetin kıvılcımında 1990’larda Chiapas’ta ‘Artık Yeter’ diyen yüzlerini sadece dostlarına gösteren gülümsemelerde , 2008 Yunanya’sında Alexis’in öfkesiyle yanan sokaklardaydı ve şimdi bizim inanç dolu genç yüreklerimizde !
“Biz hep varoşlarda ve izbe duvarların içinde yaşadık. Bir süre içinnasıl barınacağımızı bileceğiz. Şunu aklınızdan çıkarmayın, biz aynızamanda inşa da edebiliriz. İspanya’da, Amerika’da, her yerde,sarayları ve şehirleri kuran biz işçileriz. Biz işçiler, onlarınyerini alacak başkalarını da yapabiliriz. Ve hatta daha iyilerini!Yıkıntılardan hiç korkmuyoruz. Biz dünyayı miras alacağız, bu konudahiçbir şüphemiz yok. Burjuvazi tarih sahnesinden çekilmeden önce kendidünyasını yakıp yıkabilir. Yüreğimizde yeni bir dünya taşıyoruz, şimdişu anda bu dünya büyümekte…” Bueneventura Durruti

İDAM SEHPASINDA BİLE SON SÖZLERİ ANARŞİ OLDU!SACCO VE VANZETTİ!

önsöz:

yuvarlanıyor iri, sıcak damlalar
bakır yanaklarımızdan
yuvarlanıyor iri, sıcak damlalar
kalbimizde!
kalbimiz artık dar geliyor bize !
kopararak
kanlı sargıları
yaramızdan!
dişi bir kaplanız ki biz
dişlerimizde taşıyoruz, altın başlı
yavrularımızın ölüsünü ...
kimin kızıl gönüllü sarı alnına
sardık sevginin beyaz çiçekli örgüsünü!
kan geliyor kainatın rengi bize!
yuvarlanıyor iri, sıcak damlalar
bakır yanaklarımızdan
kalbimize!

hikaye:

onların cebinde fırkamızın bileti yoktu
onlar, kurtuluşun kapısına varmayı,
ferdin cesur hamlelerinden uman
iki saf ve namuslu çocuktu!
ne milyonların rehberiydi onlar,
ne de inzibatlı bir devrim ordusunun askeri!
devrimin sıra neferiydi onlar,
devrimin namuslu neferi.
yanıyordu kanlarında şavkı italya güneşlerinin
koştular temiz esmer alınlarla hayatın sesine
dövüştüler yanında dövüşen kardeşlerinin
yeni dünyaya düştüler eski zulmün pençesine!
yedi yıl ölümün karşısında gülerek durdular
elektrikli iskemleye
kadife bir koltukmuş gibi oturdular
yürekleri dört bin volta yedi dakika dayandı
yandı yürekleri
yedi dakika yandı
cani değildiler, kurban gittiler bir cinayete
kurban gittiler dolarların emrindeki adalete!
hayatlarında olmadılarsa da kitlelerin rehberi,
ölümleriyle şaha kaldırdı kitleleri
bu iki ihtilal neferi!

kıssadan hisse:

burjuvazi,
katletti içimizden ikisini
bu iki ölü ölmeyen ölümsüzdür!
burjuvazi,
kavgaya davet etti bizi
davetleri kabulümüzdür!
biz nasıl bilirsek hep bir ağızdan gülmesini,
biliriz öylece yaşamasını ölmesini
hepimiz - birimiz için,
birimiz - hepimiz için.

15 Nisan 1920 ‘de bir ayakkabı fabrikasının muhasebecisi ve güvenliğinin öldürülmesiyle Bostan ‘da başlayan cadı avı , iki italyan göçmenin üzerinde anarşizm propagandası bulunan bildiriler ve silahlarla yakalanmasıyla son bulur. Yakalananlar Nicola Sacco ve Bartholomeo Vanzetti’dir.

Sacco ve Vanzetti ; İtalya’dan genç yaşta ayrılmış , Amerikada çalışmaya başlamışlardı. İtalyadan gelen göçmen anarşist arkadaşlarından etkilenen ikili anarşist mücadele içerisinde aktif olarak yer alıyor bulundukları her alanda propagandist yönleriyle dikkat çekiyorlardı. Nicola Sacco Ve Bartholomeo Vanzetti’nin tutuklanmasının altında 1800′lerin sonunda Amerika’daki işçilerin Öz-Yönetim kavgası ve yükselen Anarşizm korkusu vardı. Fabrikalarda örgütlenen grevlerin başını çeken anarşist işçiler , neredeyse her şehirde yapılan büyük işçi mitingleriyle patronların ve devletin huzurunu kaçırıyor , adaletsizliğe ve yükseltilmeye çalışılan faşizme karşı isyan çağrısını yükseltiyorlardı. Sacco’nun 15 Nisan’da işe gitmemiş olması , Vanzetti’nin Noel’de yapılan Bridgewater Soygunu’ndan suçlu bulunup 12-15 yıl arasında hapis cezasına çarptırılması ve göçmen anarşist olmaları günah keçisi ilan edilmeleri için birer bahaneydi.

Ve 1921 yılı Ağustos ayında mahkemenin açıkladığı idam kararı sonrası , başka bir davadan tutsağın soygunu işlediğine dair beyanları devlet tarafından ciddiye alınmayarak anarşistlere ölüm fermanı açıkça verilmiş oldu. Sacco ve Vanzetti için dünya’nın bir çok şehirinde yapılan yüzlerce miting ve özgürlük çağrısına rağmen patronlarla uzlaşı içindeki devlet , bu özgürlük çağrılarına gözlerini ve kulaklarını kapadı.

1927 Ağustos’undaki idamlarına kadar geçen süreçte , ezilenlerin mücadelesindeki kararlı duruşlarını sürdürdüler. Mahkeme karşısındaki savunmalarında verdikleri mücadelenin meşruluğuna üzerlerindeki devlet terörünün haksızlığına dikkat çektiler . 22 ağustosu 23 ağustosa bağlayan gece , elektrikli sandalye ile idam edilmeden önceki sözleri ”Yaşasın Anarşi ! ” oldu

'Gece işçileri çetesi'veMarius Jacob




Size saatin kaç olduğunu sorduğunda, cüzdanınızı size hissettirmeden yürütmüş efsanevi bir hırsız Alexandre Jacob ya da bilinen adıyla Marius Jacob…
Jacob 29 eylül 1879′da Marsilya’da doğmuştur.11 yaşına kadar Marsilyada kaldıktan sonra yük gemileriyle bir çok liman gezmiştir.1896′da Marsilya’ya dönüp dizgicilik (Matbaada harf dizimi) yapmaya başlamıştır. Bu sırada Jacob, Kropotkin’in anarşist fikirleri ile tanıştı.Bu özgürlükçü düşünceler Jacob’u çok etkilemişti ve hemen yeni tanıştığı bu fikirler doğrultusunda eyleme geçme kararı aldı.
İlk eylemi seçimin yapıldığı gün seçim sandıklarına bomba koymak oldu.Bu eyleminin sonunda Jacob 6 ay hapis cezası aldı.Hapiste düşünceleri daha da derinleşen Jacob hapisten çıkınca hırsızlık yapmaya başladı.
1899′da başladığı hırsızlıkların ardı arkası kesilmedi. Genellikle kiliseler ve lüks otelleri hedef aldı.Bir keresinde kumarhanede usta bir oyunculukla oynadığı sara krizi geçiren hasta numarasıyla arkadaşı bütün kumar masalarını boşaltmıştı.Efsane büyürken,birinin gammazlaması sonucu yakalanan Jacob 5 yıl hapis cezası aldı. Ancak Jacob burada deli rölü yaparak akıl hastanesine tedaviye götürülmeyi başardı. Akıl hastanesindende kaçarak eylemlerine devam etti.
Jacob 12 kişilik bir çete kurdu.Çete büyük soygunlar yaparak “Gece İşçileri Çetesi” olarak nam salmaya başladı. Fransa demiryollarının gelişmeside çetenin ekmeğine yağ sürmüş oldu. Demiryolu üzerinde bir çok hırsızlık yaptılar ve haberleri avrupanın bir çok şehrine yayılmaya başladı. Çete genellikle zengin papaz,  hakim,  askerlerin evlerini soydu. Kamu hizmeti yapan doktorlara, mimarlara, yazarlara dokunmadı. Jacob eylemlerinde hiçbir zaman ateşli silah kullanmadı. Soyduğu lüks evlere düzenden intikam alan notlar bıraktı. Bir yargıcın evine “Barışı sağlayan yargıclara savaş açıyoruz” bir katedrale ise “Her şeye müktedir olan tanrı şimdi bul bakalım seni soyanları” notlarını bıraktı.
1900-1903 yılları arasında tam tamına 156 soygun yapan “Gece İşçileri Çetesi” topladıkları para ile çok rahat bir biçimde anarşist dergi ve bröşür basma imkanı buldular.
Çete 21 Nisan 1903 günü, Abbeville’de soygun yaparken tuzağa düşürüldü.Polislerin çeteyi yakalama anında Jacob’un arkadaşlarından biri polis memurunu silahla vurdu. Bu olayla birlikte “Gece İşçileri Çetesi” dağıldı. Jacob ve 23 arkadaşı ağır ceza mahkemesinde yargılandılar.
Dava sırasında Jacob hiçbir zaman ayağa kalkmadı, hakimle konuşurken şapkasını çıkarmadı ve yemin etmeyi reddetti. Jacob’un tutumu ve davaya çok sayıda polis ve gazetecinin katılması davanın büyük yankılar oluşturmasını sağladı. Gece işçileri çetesi artık bitmişti tüm üyeleri kodesi boylayacaklardı fakat efsane bir çığ gibi büyüyordu. Fransanın tüm kasabalarında, liman şehirlerinde Gece İşçileri Çetesi konuşuluyordu.
Dava esnasında Jacob yaptığı hırsızlıkları alaycı bir şekilde anlattı. Çetenin “mağdurları” bu ifadeler verilirken yüzleri kızararak davayı izliyorlardı. Jacobnun ifadeleri izleyiciler tarafından tepki alsada yaptıkları hırsızlığın varlıkların adil bir şekilde dağıtılması olarak tanımlaması ile birlikte izliyicileri kendi tarafına çekmeyi başardı. Jacob’un ajite edici konuşmaları sayesinde Çetenin yaptığı hırsızlıklar halkın gözünde meşru bir zemine oturmuştu. Tabiki bundan soylular, valiler, hakimler, polisler, devlet adamları çok rahatsız oluyorlardı.
Bu ilginç davayı izleyen muhabirler arasında Maurice Leblanc’de vardı. Daha sonra Jacob’un hikayeleri “kibar hırsız” Arsen Lüpen karakteri ile gazetede yazı dizisi olarak yayımlanmaya başlandı. Daha sonra 6 ciltlik kitap haline getirilerek piyasaya Arsen Lüpen olarak sunuldu.Arsen Lüpen’den etkilenen Peyyami Safa Cingöz Recai karakteri ile roman yazmıştır.
25 yaşındaki Jacob ömür boyu hapse mahkum edildi. 6 Ocak 1906′da Salut Adalarına gönderildi.
* (Salut adaları Şeytan Adası olarak bilinir 1852 – 1946 yılları arasında fransız mahkumlar için kullanılmıştır.)
Burada çok ağır şartlardaki hapishanede kalan Jacob gardiyanlıkların insanlıktan çıkıp ne kadar sadistçe davrandıklarını, jurnalcilerin (ispiyoncuların) ne kadar aşağılık olduklarını gördü. Hapishanede ceza hukuku ve felsefe yapıtları okudu, burada da kendini geliştirmeye devam etti. Tabi bu arada hapishaneden kaçma çabasıda devam ediyordu. Kayıtlara işlenmiş olan 17 kaçma teşebbüsü vardı ve bu hareketleri yüzünden tam 9 yıl hücre cezası almıştı.
Guyan zindanlarında yaşananların gündeme gelmesi üzerine Jacob taraftarları mahkemeye başvurdu.Jacob’un cezasında indirime gidildi.Jacob 25 yılını tutuklu bir biçimde geçildikten sonra 30 Aralık 1928′de serbest bırakıldı. İçerden çıktıktan sonra gezgin olarak satıcılığa başladı.
1937 yılında İspanya’da çarpışan anarşist yoldaşlarının silahlanması için elinden geleni yaptı. Yoldaşlarına maddi ve manevi destekte bulundu. 1952 yılında ilk kez biyografi yayınlanan Jacob Bois-Saint-Denis’teki külübesine çekilerek 2 sene burada yaşadıktan sonra 26 ağustos 1954 gününde ölmüştür.
Jacob yarattığı efsane ile birçok kültürde kendine benzer hayali kahramanların çıkmasına neden olmuştur. Günümüzde Jacob kimi zaman Cihangir’de göbeğiyle kaşar , kimi zaman Kadıköy’de çantasıyla karpuz , kimi zamanda Beşiktaş’ta bir kıyafeti , koltuk altında araklarken karşımıza çıkmaktadır.

NESTOR MAKHNO!UZLAŞMAZ BAŞ EĞMEZ İSYANCI!







19.yy’lın sonlarında 1848-50 devrimlerinin sonrasında,Paris’i kısa bir süreliğine de olsa özgürleştiren Paris Komünü’nün üzerinden tam 18 yıl geçmişti Makhno Uykayna’nın Gulye-Polye isimli bölgesinde yoksul bir köylü ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldiğinde.Makhno gerek içinde bulunduğu sınıfsal ve coğrafi durum gerekse de o yıllarda düyada ve özellikle Avrupa’da gelişen isyancı dalgadan çabucak etkilenerek egemenlere ve otoriteye karşı mücadeleye ömrünü adayacak bir anarşist olarak,1906 yılında,17 yaşında bir anarşist eylem grubunun içinde buldu kendini.
O eylemin sıcaklığı içinde isyancı ve devrimci kişiliğini bulabilen bir eylem insanıydı.Bu nedenle de henüz 17 yaşında bir polise yönelik silahlı bir saldırıdan dolayı idam cezasına çarptırıldı.Fakat yaşı küçük olduğundan ömür boyu hapis cezası uygun görüldü. Hapishanede geçirdiği 11 yılda gerek diğer mahkumlarla yaptığı sohbetler gerekse kendince yaptığı okumalar ona çok şey kattı.Bu yıllar ona bilginin ötesinde sarsılmaz bir devrimci irade kazandırdı.1917 Şubat Devrim’inde diğer tüm tutsaklar gibi serbest bırakıldı.Onun eylem anlayışı,yalnızca sabotaj,suikast vb. gerilla tarzı eylemliliklere dayanmıyordu. Makhno, yönetilenlerin,artık yönetilmek istememesinin’ezilenlerin bilincinde açacagı devrim ufkunu da çok iyi kavramış bir anarşistti.Bu yüzden de hapishaneden serbest kalır kalmaz,ilk işi doğduğu Gulya-Polya’ya dönerek,orada tarım emekçilerinin örgütlenmesine öncülük etmek oldu.Mücadele yaşamında,bir an bile örgütlü mücadele anlayışından taviz vermeyerek,günümüze devrimci anarşistlerin mücadelesine ışık oldu Makhno yoldaş.Köylülerden silahlı küçük ama vurucu gücü oldukça etkili birlikler kurarak toprak sahiplerinin elinden toprakları alıp asıl sahiplerine ani o toprağı işleyen köylülere dağıtılmasında öncülük etti.
Makhno’nun bu küçük gerilla birliklerinin en önemli aktörü kuşkusuz o yıllarda Ukrayna köylüleri arasında adeta bir efsane haline gelmiş olan Taçanka’lardı.Taçankalar bir atın çektii arabaya ağır makineli tüfeğin yüklenmesiyle manevra gücü yüksek vuruş kabiliyeti mükemmele yakın bir direniş makinesiydi.Makhnı ve yoldaşlarının isyan ordusunun önünde çıktığı her saldırı eyleminde anarşinin sembolü olan kara bayrak ve “fabrikalar işçilerin,toprak köylülerin” gibi liberter sloganların bulunduğu kara pankartlar da bulunuyordu.Makhno’nun kara bayraklı isyan ordusunun Ukrayna emekçilerinin gözünde bir efsane haline getiren dört ayrı düşmana karşı verdikleri uzlaşmaz ve kahramanca mücadeleydi.Bolşevikler’i 1918′de Brest-Litovsk Andlaşması’nın imzalamasıyla önce Avusturya-Macaristan Birliklerine karşı sonra Denikin’in başında bulunduğu Beyaz Ordu’ya işbirlikçi ve Ukrayna toprak ağalarının desteklediği Ukrayna Ordusu’na ve Bolşevikler’in Kızıl Ordu’suna karşı dört ayrı cepede olağanüstü dirençli bir mücadele vermiştir Makhno ve yoldaşlarının kara bayraklı İsyan Ordusu.Bolşevikler’in iktidarı Denikin’in Beyaz Ordusu’nun tehdiri altındaydı aralık 1918′de.Bu tehlike karşısında Makhno öncülüğündeki İsyan Ordusu’nun süvari birlikleri ve taçankalarla güçlendirilmiş gerilla savaşının başarısını bilen Bolşevikler üç kez ittifak kurmak zorunda kaldılar.Ancak her ittifak sonunda Bolşevikler, Beyaz Ordu tehlikesinin bertaraf edilmesiyle andlaşmayı ihlal eden taraf oldu.Ancak Kızıl Ordu’nun en büyük ihaneti 1920 sonlarında 70 kadar isyan ordusu komutanını bir konferansa davet etme bahanesiyle pusuya düşürüp katletmesidir.Bu olay Makhnovist Hareket için de dönüm noktası oldu.Kızıl Ordu’yla Makhnovist İsyan Ordu’su arasında Makhno ve yoldaşlarının güneye sürülmesiyle sonuçlanan ciddi çatışmalar yaşandı.
Makhnovist İsyan Ordusu, örgütlü direnişin kusursuz uygulamarıyla yüzyılın ortalarında yaşanacak Çin, Küba ve Vietnam Devrimleri’ne esin kaynağıdır.Ama asıl önemlisi Makhno ve yoldaşları toprağın özgürleştirilmesi ve kolektifleştirilmesi deneyimlerini 1918-1920 Ukrayna’sında gerçekleştirerek 1871 Paris Komünü’nden sonra 20.yy’ın ilk anarşsit deneyimini gerçekleştirerek 1936-1939 Büyük İspana Devrimi’nin müjdeleyicisi olmuştur.
Yoldaşlar! Zaman beklemez;bir an önce müfrezelerinizi oluşturun.Her şey özgürlüğün davası için!Bütün zalimlere ve toprak sahiplerine ölüm!Toprak sahiplerinin ve efendilerinin olmayacağı gerçek özgür komünler için nihai kavgamızı başlatalım!Şiddete şiddetle karşılık verilmelidir.
Kardeşler silah başına ! Nestor Makhno

ÖRGÜTLÜ ANARŞİZMİN İSYANCISI!ONDAN ÖĞRENİYORUZ!



Malatesta , 1853′te Güney İtalya’da dünyaya geldi.Henüz 18 yaşındaki genç Errico ,1871′de komünarların, paris barikatlarında aydınlattığı ateşlere yüzünü dönerek Enternasyonel’in İtalya Seksiyonuna katıldı.O, kitlelerin , ezen ve ezilenin olmadığı bir dünyaya olan inancını arttırmak için Napoli Üniversitesi’ndek tıp öğrenimi yarıda bırakarak İspanya’dan başlayıp Yunanya’yı içine alan bir seyahata çıktı.Malatesta ,doğrudan eylem anlayışı içerisinde enternasyonel içindeki bir grup anarşistle birlikte Bologna’da bir ayaklanma planladı.Ancak; Malatesta ve yoldaşlarının bu ilk ayaklanma girişimini önceden ihbar alan italyan kolluk güçleri bu ayaklanma girişimini engelledi.Fakat bu başarısızlık Errico ve yoldaşlarını asla yıldıramadı.Malatesta , Andrea Costa ve Carlo Cafiero ile birlikte bir grup isyancı genç anarşisti de aralarına alarak Canpania bölgesinde bir köye baskın düzenledi ve vergi kayıtlarını yakarak kralın saltanatını sona erdiği deklare ettiler.Halktan insanlar bu durumu ilk anda olumlu karşıladıysa da isyancılara katılmakta tereddüt ettiler ve İtalyan birlikleri kısa sürede bu isyan girişimini bastırdı Malatesta da İtalya dışına çıkmak zorunda kaldı.
Errico Malatesta’ya sürgünde geçirdiği yıllar önemli katkılar sağladı.Hem Kropotkin ve Bakunin gibi isimlerle tanıştı hem de Arjantin , ingiltere ve Mısır gibi dünyanın çok farklı coğrafyalarında örgütlenme faaliyetleri ve kitle hareketleri içinde yer aldı.Yönetenlerin ve efendilerin olmadığı bir dünyaya sürekli devrimle , sürekli devrime de; örgütlü mücadeleyle yürüneceği inancı hiç sarsılmadı Errico Malatesta’nın.1890 da Londra’da bir konferasta söylediği “halkı mülkiyete el koymaya , zenginlerin malikanelerine girip oturmaya teşvik edin.Geleceğe ilişkin kısır tartışmaların, eylemlerimizi kesintiye uğratmasına izin vermeyelim.” sözleri döneminde önemli etkiler yaratmış ve sonraki anarşist kuşaklara bir eylem klavuzu olmuştur.
1896′da anarşistlerin Enternasyonel’den tasfiye edilmeleri üzerine Engels’le otorite üzerine uzun polemikler yaşayan Malatesta , Engels’in “Sınıflar ortadan kalkmadan otoritenin yok edilemeyeceği” tezine karşılık şu cevabı vermiştir: “Anarşi , otoritesiz ve örgütlenen toplumdur.Otorite , iradesine rağmen kişiye dayatılan iktidardır.Her kim nesneler üzerinde iktidar kurarsa kişiler üzerinde de kurar.Her kim üretimi yönetirse üreticileri de yöneteri ve onların efendisi olur.”
Malatesta, yaşamını, anarşizmin ayaklanma ve eylemci pratiği gerçekleştirmek için gerekirse sürgüne yollanarak ve ülke ülke dolaşarak örgütlenmeye adamış bir anarşistti.Defalarca sürgüne gönderilmesine rağmen İtalya’ya her dönüşünde ilk işi ya bir eylem örgütlemek ya da bir örgütlenme mücadelesinde safını almak olmuştur bu mücadele insanının.1914′te yine bir sürgün dönüşünde, silahsız ,anti-militarist bir gösteride polisin onalrca göstericiyi katletmesi üzerine haftalar sürecek bir eylemlilik sürecinin içinde buldu kendini Malatesta.İtalyan Monarşisi’ni yıkılma noktasına getiren bu ayaklanmada Malatesta ve yoldaşları  Devrimci Sendikal Birlik grubuyla birlikte Ancona barikatlarının başındadır yine.
Ancona ayaklanması Malatesta başta olmak üzere tüm İtalyalı anarşistler için bir moral-motivasyon olmuştur.Malatesta’nın da içinde bulunduğu Devrimci Sendikal Birliği’n üye sayısı 1922′de 400.000′e ulaşmıştı.Ancak 1926 da anarşsitlerin Mussolini’ye yönelik başarısız suikast girişimi sonrası bütün muhalefete yönelik faşist terör kampanyasıyla hayatının kalan 5 yılını kızı ve hayat arkadaşıyla birlikte ev hapsinde geçirdi.Errico Malatesta , patronsuz ve jandarmasız bir toplum inancına sonuna dek bağlı kaldı.Eylemci ve uzlaşmaz mücadele hattını sürekli olarak örgütlenme çağrısı yaparak devrimin sürekliliğinin geniş bir toplumsal dayanışma ağıyla gerçekleştirileceğinin propagandasını yapmış ve kendisinden sonraki isyancı kuşaklara esin kaynağı olmuştur.

“Uzlaşmadan her zamankinden çok sakınmalıyız. yönetenler ile yönetilenler arasındaki çatlağı derinleştirmeliyiz. devletlerin yıkılmasını savunmalıyız. Halkların kardeşliğini, herkes için adalet ve özgürlüğü sağlayacak tek araç budur. Bunu gerçekleştirmeye hazır olmalıyız. ” Errico Malatesta

12 Haziran 2013 Çarşamba

yan yana gelebilmek...

Fanzin çıkartmak için,örgütlenmek için,kollektif yaşayabilme zemini yaratabilmek için,anarşizmi sadece içki,uyuşturucu seks olarak algılayanların tekelinden çıkartmak için ne yapılabilir ne yapabiliriz...

Anarşizmin sınıfsal temelleri ile buluşabilmeliyiz sanki anarşizm sınıftan bağımsız bir şey miş gibi...

Sınıf derken toptan ezilenlerden bahsediyorum içine hayvanlar,seks emekçileri,homofobi mağdurları,cinsiyetci yaklaşımlardan mağdur olanlar giriyor...

Örgüt derken hemen hiyerarşik leninist kafa bir örgütlenme anlaşılmasın...Gayet basit paylaşımda bulunabildiğimiz yan yana gelebildiğimiz hiyerarşinin olmadığı bir şeylerin üretildiği bir örgütlenme...

Şimdilik bu kadar en azından birbirimize ulaşabilme zemini olsun diye açtım blogu...
Otoritenin her türlüsünden hoşlanmayan insanlarız, canlılarız.Bütün canlıların eşit olduğuna inanıyoruz.Hayvanlar kardeşimizdir.Şikayet etmeyi sevmiyoruz. Sorun varsa çözme taraftarıyız.Dayanışmaya inanıyoruz.Kadın erkek eşitliğine inanmıyoruz, kadın değerlerinin üstünlüğüne inanıyoruz.Ekolojist bir yaşam bizim için çok önemli...Bisiklet kullanıyoruz, toplu taşıma araçlarını tercih ediyoruz.Basit insanlarız, her türlü anti otoriter protestoda bizi görebilirsiniz.Emir vermiyoruz, emir almıyoruz.Yaş hiyerarşisine inanmıyoruz, 6 yaşındaki çocuk ile 74 yaşındaki insan arasında düşünce anlamı ile, söz anlamı ile fark gözetmiyoruz. Bizim için eşit değerdedir.Çocuk parklarını, okulları, geleneksel aileyi çocuk zekasına, hayal gücüne hakaret olarak görüyoruz.Akıl hastalarını seviyoruz.Homofobinin her türlüsüne karşıyız. Travestiler, transeksüeller doğal yoldaşımızdır.Grup mantığımız yoktur, dayanışabildiğimiz her türlü otorite karşıtı birey ve gruplarla ilişkimiz vardır ve ilişkiye açığız.
İSYAN DEVRİM ANARŞİ!!!

kropotkin



Ömrünün büyük bölümü sürgünde; sürgünden döndükten sonrası ise Sovyet despotizmi altında geçen Peter Kropotkin’in aşağıdaki savunması, 1882 yılında bir suikast nedeniyle tutuklandığı mahkemede yaptığı konuşmadan alıntıdır.
Kropotkin’in düşünceleri ve hayatı elbetteki çok uzun bir yazıyı hak ediyor. Ancak aşağıdaki konuşma bile; 8 Şubat 1921′de öldüğünde cenazesinde beş kilometrelik korteji oraya nasıl toplayabildiğinin ve bunun Sovyetlere karşı nasıl bir kitlesel gösteri haline gelebildiğinin kanıtı gibidir.
İşte, o savunma;
Anarşi nedir, anarşistler kimlerdir, bunu açıklayacağız:
Beyler, anarşistler düşünce Özgürlüğünün her yerde vaaz edildiği bir yüzyılda, sınırsız özgürlüğü salık vermenin görevleri olduğuna inanan yurttaşlardır.
Biz özgürlük istiyoruz, yani tüm insanlar için, doğal imkânsızlıklardan ve saygı duyulması gereken komşularının İhtiyaçlarından başka sınır olmaksızın, hoşuna giden her şeyi yapma; tüm ihtiyaçlarını tam olarak karşılama hakkını ve imkânını talep ediyoruz.
Biz özgürlük istiyoruz ve özgürlüğün varlığının, kökeni ve biçimi ne olursa olsun, ister seçilmiş olsun ister dayatılmış, ister monarşist olsun ister cumhuriyetçi hiçbir iktidarın varlığıyla bağdaşmadığına inanıyoruz. (…)
Başka deyişle, anarşistlerin gözünde kötülük, yönetimin herhangi bir biçiminde değildir. Kötülük, yönetim fikrinin kendisindedir, otorite ilkesinin kendisîndedir.
Tek kelimeyle, insan ilişkilerinde sürekli olarak gözden geçirilebilir ve feshe dile bilir özgürsözleşmenin idari ve yasal vesayetin, dayatılan disiplinin yerine geçmesi; bizim idealimiz budur.
Dolayısıyla anarşistler halka tıpkı Tanrı’dan vazgeçmeyi öğrenmeye başlaması gibi, yönetimden vazgeçmeyi öğretmeyi isterler.
Halk, mülk sahiplerinden vazgeçmeyi de öğrenecektir. Gerçekten de zorbaların en kötüsü sizi hapse tıkan değil, sizi aç bırakandır. (…)
Eşitlik olmadan Özgürlük olamaz! Sermayenin, her gün biraz daha yoksullaştıran bir azınlığın elinde tekelleştiği ve herkesin parasıyla
Ödenen kamu eğitimi de dahil hiçbir şeyin eşit olarak dağılmadığı bir
toplumda özgürlük yoktur!
Bizler, geçmiş kuşakların işbirliğinin ürünü olduğundan insanlığın ortak mirası olan sermayenin (…) herkesin kullanımında olması gerektiğine inanıyoruz. (…)
Tek kelimeyle, eşitlik istiyoruz: Fiili eşitlik; herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre Özgürlüğün gerekçesi olarak, daha doğrusu temel koşulu olarak işte bizim samimi olarak istediğimiz şey budur!